1923'ün Getirdiği Kazanımlar Üzerine




   Türkiye Cumhuriyeti’nin Kuruluşu ve Kazanımları

 
Türkiye Cumhuriyeti 29 Ekim 1923 tarihinde Mustafa Kemal ve milli mücadele komutanlarımız öncülüğünde kurulmuştur. Cumhuriyet, kabaca bir tabirle açıklamak gerekirse, egemenliğin halka dayandığı, bir monarkın, sınıfın veya ailenin egemenliğinin olmadığı, devletin, vatandaşların seçtiği kişiler tarafından idare edildiği yönetim biçimine verilen addır. Günümüzde pek çok devlet şu anda cumhuriyet rejimini en doğru yönetim biçimi olarak kabul etmiş ve uygulamıştır. Ancak diğer ülkelerden farklı olarak Türkiye Cumhuriyeti, kanlı bir cihan harbi ve onun hemen ertesinde milli kurtuluş mücadelesi sonrasında, 624 sene boyunca güçlü bir monarşiyle yönetilmiş bir imparatorluğun toprakları üzerinde, büyük zorluklar sonrası ortaya çıkmıştır ve siyasi gelenekten, sosyal yaşantıya ; seküler anlayıştan, ekonomiye kadar birçok kazanımı olmuştur. Bu kazanımlar ayrı ayrı başlıklar altında analiz edilerek daha rahat kavranabilir.

 
Siyasi Açıdan Kazanımlar
  

 Türkiye Cumhuriyeti, Osmanlı İmparatorluğu döneminden miras kalan, ancak artık işlevini yitirmiş siyasi kurumları kaldırıp veya kökten değiştirirken, bunların üzerine tamamen yeni inkılaplar da eklemiştir.
  İlk olarak söz edilmesi gereken kazanım saltanatın kaldırılması ve bununla bağlantılı gelen millet egemenliği kavramıdır. Saltanat bilindiği üzere, hükümdarlığın babadan oğula geçmesidir ve bir ailenin devlet içerisinde söz sahibi oluşudur. Bu tanımdan da anlaşılacağı üzere, milli egemenlik ve cumhuriyet kavramının tam tersi özelliklere sahiptir. Kurtuluş Savaşı zamanı, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin açılmasıyla, saltanata büyük bir darbe vurulmuştu ancak bu yeterli görülmüyordu. Çünkü her ne kadar milletin kurtuluşu için TBMM uğraşıyor anlayışı o dönemde popüler olsa da halk, yıllardır bağlı olduğu padişahından öyle kolay vazgeçmiyordu. Ancak Lozan Antlaşması için görüşmelere TBMM hükümetiyle beraber Osmanlı Devleti hükümetinin de davet edilmesi artık bu duruma bir son vermeyi gerektirmişti, zira yabancı devletler veya bazı devlet içindeki art niyetli gruplar, ikilik yaratmak için bu kozu kullanabilirlerdi ki Lozan görüşmelerinde aynen bu taktik kullanıldı. Bu olayın da etkisiyle TBMM, 1 Kasım 1922 tarihinde saltanata son vermiş, cumhuriyetin belki de en önemli kazanımı olan ve cumhuriyet rejiminin olmazsa olmazı olan millet egemenliğini topluma kazandırma açısından büyük bir adım atılmıştır.
 İkinci olarak söz edeceğimiz kazanım, anayasadır. Ulus egemenliği kazanımını resmiyete döken ve yeni bir devletin varlığını kanıtlayan belgedir anayasa. Bu uğurda oluşturulan ilk anayasa 1921 tarihli Teşkilat-ı Esasiyedir. Bu anayasa ile ulus egemenliği sistemi kanunlaşmıştır ve meclis hükümeti sistemine geçilmiştir ancak bu anayasa bir savaş dönemi anayasasıdır ve kuvvetler birliği ilkesini benimsemiştir. Bu yüzden savaş sona erdikten sonra 1924 tarihli yeni bir anayasa kabul edilmiştir. Bu anayasa ile kısmi de olsa kuvvetler ayrılığı ilkesi benimsenmiştir. 1924 Anayasası aynı zamanda Türkiye Cumhuriyeti’nin en uzun ömürlü anayasasıdır.
 Bu başlık altında bahsedebileceğimiz son kazanım ise çok partili hayattır. Her görüşteki insana örgütlenme ve kendini temsil etme hakkı verilmiştir.
 


Sosyal Yaşantıya Olan Kazanımları


 
Cumhuriyet döneminde sosyal hayatta yapılan yeniliklerin neredeyse hepsi, ülkenin eski zamanla olan bağlarını kesip, ülkeyi modernleştirmek ve o zamanlar güçlü ve gelişmiş olan batıya denk hale getirmek amacıyla gerçekleştirilmiştir ve halen aynı yenilikler sosyal yaşantıda kullanılmaktadır. Kısaca topluma modern bir sosyal hayat kazandırmıştır. Birkaç örnekle bu kazanımların nasıl edinildiğini daha rahat anlayabiliriz.
 Bu dönemde yapılan yenilikler olarak Şapka Kanunu, kadın haklarının kabulü, takvim ve ölçülerde yenilikler ve Soyadı Kanunu sayılabilir.
 Takvim ve ölçülerle ilgili olan yenilik doğrudan batıyla denklik sağlamak adına gerçekleştirilmiştir. Ortak takvim ve ölçü birimleri kullanılmıştır.
 Şapka Kanunu ile 2.Mahmud döneminde geçilen fes kullanımına son verilmiş ve yerine daha modern olarak görülen şapka kullanıma geçilmiştir.
 Kadın haklarının kabulü için ise ilk olarak Medeni Kanun’u işaret etmek gerekir. Medeni Kanun ile toplum yaşantısında kadın ile erkek denk hale getirilmiştir. Ayrıca cumhuriyet ile kadınlarımız, nikah, boşanma, miras, seçme ve seçilme hakları gibi birçok hak kazandı.
 Soyadı Kanunu ile toplumda hiyerarşi oluşturan ve unvan bildiren adlar ortadan kaldırılmış ve insanlar arasında denklik oluşturulmuştur. Ayrıca her Türkiye Cumhuriyeti vatandaşına bir soyadı verilmiş, bazı işlemlerde veya sosyal hayatta kişilerin kimliklerini belirlemek açısından faydalı bir yenilik olmuştur.



Seküler Açıdan Kazanımlar


 Sekülerizm, dinin ve dini bazı ögelerin, hukuktan, politikadan, eğitimden ve sosyal hayattan ayrıştırılması ve dinin o bölgelerde egemen güç olmasını engelleyen anlayış olarak tanımlanabilir. Cumhuriyetimiz insanına, dini dogmalarla idare edilmeyen, o dogmalardan bağımsız bir politika, eğitim ve hukuk kazandırmıştır.
 Cumhuriyetten önce din bu topraklar üzerinde hakim güçtü. Dini kuvvetin zirvesinde halife olurdu ve halk bu din egemen yönetim ve yaşantı şekline çok alışmıştı ve bu yüzden hala günümüzde en büyük tartışma konuları çıkan başlıktır. Seküler kazanımlar belki de toplumda en oturmayan kazanımlardır. Bunun en büyük sebebi bu yeniliklerin bir toplum talebinin olmadan yapılması ve topraklar üzerinde muhafazakar yapıdaki insanların kalabalık nüfusu oluşturmasıdır. Bu açıda yapılan yenilikler genellikle şehirlerle sınırlı kalmıştır, köylerde ise o kadar kabul görmemiştir. Bu açıdan o dönemlerde Halk Evleri ve Köy Enstitüleri kurulmuş, seküler yeniliklerin köylere doğru yayılması amaçlanmıştır.
 Bu alanda olan kazanımları sağlamaya yönelik hamleler olarak, halifeliğin kaldırılması, tekkelerin ve medreselerin kapatılması, Tevhid-i Tedrisat Kanunu ve benzeri yenilikler sayılabilir.
 Halifeliğin kaldırılması nasıl bir kazanım sağladı sorusunu cevaplamak çok mühimdir. Pek çok çevre tarafından bu alandaki yeniliklerin en önemlisi olarak kabul edilmektedir. Bilindiği üzere halifelik 3 Mart 1924 tarihinde kaldırılmıştır ve bu tarih çok dikkat çekicidir, çünkü bu tarihten anlaşıldığı üzere saltanat kaldırıldığı halde halifelik makamı hala korunmuştur. Bunun sebebini açıklamak için az önce bahsi geçen muhafazakar toplum yapısı göz önünde bulundurulmalıdır. İşgal döneminde padişah ve hükümet, işgaller karşısında itilaf devletlerine bağlı hareket etmek zorunda bırakılarak ve Anadolu direnişini desteklemeyerek halk nezdinde sempatisini ve desteğini kaybetmişti. Ancak saltanat ile beraber Müslümanların dini liderliği rütbesini veren halifeliği kaldırmak, toplumun kesinlikle o anda kaldıramayacağı bir yenilik olurdu, milli mücadele pek çok vatandaşın desteğini o dönemde kaybederdi ve hem işgallerle hem yenilik karşıtlarıyla uğraşmak mücadele için risk olurdu. Halifelik kaldırıldığında dahi Mustafa Kemal ve TBMM pek çok tepkiyle karşı karşıya geldi. Bunlara örnek olarak Şeyh Sait İsyanı(her ne kadar milliyetçi niteliği de olsa bile) gösterilebilir. Hatta TBMM içinde bile bu olaya muhalefet (bkz. İkinci Grup) başlamıştır. Bunun yanı sıra milli mücadele komutanlarımızdan Kazım Karabekir Paşa ve Hamidiye kahramanı olarak nam salan yine Mustafa Kemal’in dostlarından Hüseyin Rauf Orbay bu hadiseye tepki göstererek Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası adında bir muhalefet partisi kurmuşlardır. Ancak bu yenilik toplumda iki başlılığı yok etmek ve şeriat kavramının ortadan kalkması için gerekliydi.
 Tekke ve medreselerin kapatılması ise modern ve bilimsel eğitimin yaygınlaşması ve genç fikirlerin yozlaşmasının önüne geçilmesi için mühimdi.
 Tevhid-i Tedrisat Kanunu da tekke ve medreselerin kapatılmasında olduğu gibi modern eğitimin yaygınlaşması için önemliydi. Bu yüzden tüm eğitim kurumları tek elden kontrol edilsin diye Milli Eğitim Bakanlığına bağlanmıştır. Seküler eğitim açısından devrim niteliğinde bir kazanımdır.


 Ekonomik Açıdan Kazanımlar
 

 Osmanlı İmparatorluğu döneminde savaşların uzaması ve Avrupa devletlerinin gelişimiyle (özellikle Sanayi Devrimi) Osmanlı İmparatorluğu özellikle ekonomik açıdan çok zor durumlara düşmüştür. Kaybedilen savaşların ardından ve diplomatik öngörüsüzlükten, diğer devletlere verilen imtiyazlar milli ekonomiyi zor duruma düşürmüştür. Tüm bu kötü giden hadiselerin sonucunda imparatorluk borç batağına düşmüş ve daha sonra Duyun-u Umumiye yani diğer adıyla Borçlar İdaresi kurulmuştur. Bunların üzerine bir de 1.Dünya Savaşı gelince imparatorluk ekonomik açıdan sıfıra vurmuştu. Kısacası Türkiye Cumhuriyeti ekonomik açıdan bir enkaz devraldı desek yanlış olmaz.
 Türkiye Cumhuriyeti, bu alanda politikasını devletçilik üzerine kurdu ve o alanda çalışmalar yürüttü ancak bu ekonomik görüş bir komünist veya sosyalist rejimdeki gibi özel mülkiyeti reddeden bir görüş değil, liberal ve devletçi politikaların bir arada olduğu bir görüştür. Devlet bazı sektörlerde kendi yatırım yapmış(tütün,alkol,şeker), bazılarında ise yatırımcıyı teşvik edici politikalar benimsemiştir. Bu alanda olan yenilikler, dışa bağımlı bir devlet olmamıza engel olmuş ve bağımsız bir milli ekonomi kazandırmıştır.
 Bu alanda yapılan yeniliklere ve adımlara göz atarak bu kazanımlarımızı daha rahat anlayabiliriz.
 Milli ekonominin izleyeceği yolu ve yöntemi tartışmak ve bir harita belirleyebilmek için 17 Şubat 1923 tarihinde ülkenin her tarafından gelen çiftçilerin, sanayicilerin, ticaretle uğraşanların ve devletin bir arada fikirlerini beyan ettiği İzmir İktisat Kongresi toplandı.
 Bir ülkenin kalkınabilmesi için en gerekli etmen olarak sanayileşmenin gereksinimi anlaşılınca 28 Mayıs 1927’de yatırımcılara devlet kolaylığı sağlayan Teşvik-i Sanayi Kanunu çıkartıldı.
 Yatırımcılara kredi imkanı sağlayacak Sümerbank ve Etibank kuruldu.
 Ekonomik kalkınmayı bir plana bağlayabilmek için ise Sovyetler Birliğinden de gelen katılımcılar ile birlikte Birinci Beş Yıllık Kalkınma Planı oluşturuldu.
 Tüm bu atılımlar Türkiye Cumhuriyeti’ne bağımsız ve milli bir ekonomi kazandırdı.

 Tüm bu yazılanları özetleyecek olursak, cumhuriyet rejiminin ülkeye pek çok açıdan kazanımı olmuştur. Devletin politikasını ve ekonomisini ; vatandaşın sosyal yaşantısını ve haklarını kökten değiştiren dahası da, onlara kendilerini temsil etme hakkını veren kazanımları olmuştur. Artık günümüzde pek çok ülke cumhuriyet rejimini en doğru yönetim biçimi olarak benimsemiştir ancak hiçbirinde bu ülkedeki gibi çetin mücadelelerle kabul edilmemiştir. Türkiye Cumhuriyeti bu rejimi adeta “kazanmıştır”.
 Bu ülkede cumhuriyet;
19 Mayıs günü Samsuna demir alan bir vapurun içindeki Mustafa Kemal’in inancıyla
Vatanı kurtarmak uğruna senelerce hizmet ettiği padişahına karşı çıkarak, gece gündüz demeden doğuda düşmanla çarpışan Kazım Karabekir’in iradesiyle
Kadını aşağı gören zihniyetin ağzını adeta sonsuza kadar kapatan, yurduna saldıran işgalcilerle çarpışan Kara Fatma’nın inatçılığıyla
Vatanına ayak basan işgalcileri görmeyi kendine yediremeyen Hasan Tahsin’in, Şahin Bey’in, Sütçü İmam’ın cesurluğuyla,
Genç yaşlarında okullarından ayrılıp cepheye, topraklarını savunmaya giden çocukların yüreğiyle,
 Kısaca, tek beden olmuş insanların çabasıyla ilan edilmiştir ve bu ülkenin her vatandaşına düşen görev, cumhuriyete ve onun kazanımlarına sahip çıkmaktır.
   

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Foreign Policy of the Single Party Period of Turkey ( 1923-1945)

Why Social Democracy Failed in Turkey ?

Büyük Bunalım (1929 Krizi) Neden Çıktı ve Ne Şekilde Çözüldü ?