Demokrat Parti Üçlemesi Vol.1 : Kıratın Doğuşu
Demokrat Parti, 1946 senesinde, Adnan
Menderes, Celal Bayar, Refik Koraltan ve Fuat Köprülü liderliğinde resmi olarak
siyasi yaşama atılmıştır. Demokrat Parti’den önce, Türkiye Cumhuriyeti, Anadolu
ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin ardılı olarak kabul edilen Halk Fırkası,
günümüzdeki ismi ile Cumhuriyet Halk Partisi, iktidarıyla yönetilmekteydi.
Hatta isimlerini andığımız bu dört kişi de Cumhuriyet Halk Partisi mensubu
kimselerdi. Örneğin, Celal Bayar, Mustafa Kemal döneminin son başbakanı idi.
Peki bu dört ismin önderliğinde yeni bir parti kurulmasının sebebi neydi?
Buna cevap verebilmek için, sebepleri iki ana başlığa bölmeliyiz;
1) İç Sebepler
2) Dış Sebepler
1) İç Sebepler
Türkiye Cumhuriyeti kurulduğundan itibaren, çok partili yaşama geçiş için denemeler meydana gelmiş ve bu amaç doğrultusunda, 17 Kasım1924’te bizzat Mustafa Kemal Atatürk’ün silah arkadaşları ve dostları tarafından Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası kurulmuştur[1]. Hatta bu parti kurulduğunda halktan iyi tepkiler de almayı başarmıştır ancak partinin irticai faaliyetlerde bulunduğu ve yöneticilerinin İzmir Suikasti Olayında parmağı olduğu iddia edilerek, parti kapatılmıştır. Bu bahsedilen sebepler doğrudur, yanlıştır buna kesin bir hüküm getirmek güç ancak, bu partinin kapatılmasının ardındaki asıl büyük neden, ülkenin daha bir muhalefete hazır olmaması ve rejimin, özellikle laiklik ilkesinin, vatandaşlar üzerinde tam oturmaması olmuştur. İlk başarısız denemenin ardından bu sefer Serbest Cumhuriyet Fırkası adı altında yeni bir muhalefet partisi siyasi arenaya çıkmıştır ama bu partinin de siyasi ömrü fazla sürmemiş ve kapatılmıştır.
Görüldüğü üzere, genç devletimiz, ilk yıllarında bir türlü hedeflediği demokratik, çok partili sisteme geçmeyi başaramamıştır ve bunun sonucu olarak Cumhuriyet, 1923 senesinden 1946 senesine kadar tek parti (CHP) ile yönetilmiştir. 1923-1938 seneleri arası Mustafa Kemal Atatürk devletin ve ayrıca partinin lideri olarak görev yaparken, 1938 senesindeki vefatının ardından “milli şef” olarak İsmet İnönü aynı görevleri üstlenmiştir. Demokrat Partinin kuruluşundan önceki siyasi durumu özet geçtikten sonra şimdi asıl konuya gelelim, bu partinin oluşumunda etken olan iç sebepler…
İsmet İnönü milli şef olarak görevine başladığı sırada kendisini zor günler beklemekteydi, zira ufukta tarihin şu vakte kadar gördüğü en kanlı ve büyük savaş olan 2. Dünya Savaşı başlamak üzereydi. Bu savaş süresince uygulanmak zorunda kalınan ekonomi politikaları, halkı sosyal ve ekonomik açıdan gerçekten zor durumda bırakmıştır. Özellikle, “Milli Korunma Kanunu” gibi hükümete otoriter yetkiler veren bir kanunun yürürlüğe sokuluşu çevreden ciddi anlamda tepki çekmiştir[2]. Üstüne üstlük bu ekonomi politikaları, savaş zenginleri diyebileceğimiz bir sınıfın ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Kısaca, orta ve orta- alt diye adlandırabileceğimiz sınıflar bu ekonomik zorlukları çekerken, savaş zenginleri, savaştan kar elde etmeyi başarmıştır[3] ve halk için artık bir alternatif arayışı baş göstermiştir. Bunlara bağlı olarak, 1945 senesinin ilkbaharında mecliste başlayan bütçe görüşmeleri, tek parti rejimine karşı bir muhalefetin oluştuğuna işaret olacaktı. Artan devlet borçları, yüksek enflasyon, dar gelirlilerin zor durumu, karaborsa ve artan cari açık parti içinde oluşan muhalefet tarafından sert bir biçimde eleştirilecektir. Bu muhalif grubun üyeleri ise Adnan Menderes, Refik Koraltan, Celal Bayar ve Fuad Köprülü’dür.
Meclisteki bütçe görüşmeleri sebebiyle, partideki ayrılığın sinyalleri verilmişti ancak, bu muhalif dört ismin resmi ayrılığı, 1945 senesinde meclise sunulan Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu tasarısından sonra olacaktır.
Basit olarak açıklamak gerekirse bu kanun, toprağı olmayan veya yeterli büyüklükte toprağı olmayan çiftçileri üretim hayatına sokmak ve bu çiftçilere ihtiyaçları olan araçları sağlamak için çıkarılmıştır. Topraklar dağıtılırken ise belli bir düzen ile dağıtılacaktı. Öncelikli dağıtılacak olanlar devlet arazileri ve bataklık halindeki topraklardı ancak daha sonra bu toprakların yeterli olmayacağı anlaşılınca, özel arazilerin de kamulaştırılması yolu izlenmek istendi. Geniş düzlüklerin bolca olduğu yerlerde 500 dönüm, az olduğu yerlerde ise 2000 dönümden fazla toprağı olanların arazileri kamulaştırılacaktı[4]. Bunun yanı sıra, uzun vakit ekilmeyen ve sahibi belirsiz olan arazilerde de kamulaştırılma yoluna gidilecekti. Bu kanun tasarısına en sert muhalefeti Aydın’da bir toprak sahibi olan Adnan Menderes
ve Emin Sazak yapacaktı. Sebebi ise, ikisi de büyük ölçekti toprağa sahipti. Bazı yazarlara göre, Adnan Menderes’in bu denli sert bir muhalefet yapmasının nedeni, tasarısının demokratik bir biçimde müzakere edilmeden, otoriter bir tavır ile sunulması olmuştur. Aynı zamanda Menderes, parçalanacak olan toprakların ülke ekonomisini durma noktasına getireceğini düşünüyordu. Bütün bu muhalefete rağmen kanun, meclisten başarıyla geçirilmiştir. Muhalefet ise bu hamleye sessiz kalmamış ve Demokrat Partiyi kuracak olan Adnan Menderes, Refik Koraltan, Celal Bayar ve Fuat Köprülü meclise bir takrir sunmuşlardır (Dörtlü Takrir)[5]. Bu takrir, demokratik anlayışın ön plana çıkarılmasını ve savaş dönemindeki otoriter uygulamalardan vazgeçilmesini savunmuştur ancak, TBMM’de uzun uzun tartışılmasına rağmen parti tarafından reddedilmiş ve 21 Eylül 1945’te Adnan Menderes ile Fuat Köprülü partiden ihraç edilmiştir. Partiden ilk ikisinin ihraç edilme sebebi ise, gazetelerde muhalif yazılar kaleme almalarıdır. Bunun üzerine, Refik Koraltan Vatan gazetesinde, bu ihraçların tüzüğe aykırı olduğunu savunmuş ve o da arkadaşları ile aynı kaderi paylaşmıştır[6]. Atatürk’ün son başbakanı Celal Bayar ise bu ihraçlar üzerine partisinden istifa etmiştir. Kısacası takrir veren dörtlünün tamamının Cumhuriyet Halk Partisi ile ilişiği kesilmiştir[7].
2) Dış Sebepler
Ülkemizde çok partili hayata geçişti her zaman iç sebepler daha çok ön planda tutulur ancak dış sebepler de bir o kadar önem taşımaktadır. Özellikle Demokrat Partinin kuruluşundan ziyade, neden çok partili hayata geçildi sorusunu cevaplamak için dış sebepleri incelemek gerekir. Cumhuriyet Halk Partisi, tek parti olarak iktidarını rahatlıkla sürdürmek varken neden kendine bir muhalefetin kurulmasına ses çıkarmamıştır ve hatta yol açmıştır? Bu soruyu cevaplamak adına dış sebeplere bir göz atalım.
Öncelikli olarak 2. Dünya Savaşı sırasındaki bloklaşmayı incelemek mühimdir. Bir tarafta totaliter ve faşist anlayıştaki mihver bloğu; diğer tarafta ise demokrasi bloğu olarak adlandırılan müttefik bloğu bulunmaktaydı. Hepimizin bildiği üzere, savaşın galipleri demokrasi bloğundaki devletler olmuştu ve hatta Türkiye Cumhuriyeti savaşın sonucunun kesinleştiği zamanda bu bloğa dahil olmuştu[8]. Bu savaşın sonucu ile anlaşılabilmektedir ki, otoriter yönetimler gözden düşmüştür ve Dünya’da demokratik eğilimlerin popülaritesi artmıştır. İşte böyle bir zamanda, Türkiye Cumhuriyeti de bu trende uymak ve çağı yakalamak için demokratik bir hamle yapmalıydı[9].
Bir diğer sebep ise ABD’nin yardım paketleri ve kuzeyden gelen Sovyet tehlikesi ile ilgilidir. Sovyetler Birliği savaşın kazananlarından olsa da lideri Joseph Stalin ile yayılmacı ve totaliter bir rejim benimsemiştir ve bu yayılmacı politikasını Türkiye Cumhuriyeti üzerinde de uygulamak istiyordu[10]. İşte böyle bir durumda devletimizin bir taraf seçmesi gerekiyordu. Ya Sovyetler Birliğine her istediği ayrıcalığı verecek, ya da müttefikler edinerek bu tehlikeyi savuşturma yolunu seçecekti ki dönemin lideri İsmet İnönü de bu savuşturma yolunu seçti ve ABD ve Avrupa ile müttefiklik yolunu gitti[11]. O dönemde ABD ise Truman Doktrini olarak tanınan hamle ile, komünizm tehlikesi altındaki devletlere destek olmayı amaçlıyordu böylece Sovyetler Birliğine karşı kendine müttefikler edinebilecekti. Aynı zamanda savaş zamanı çöken ekonomileri desteklemek adına Marshall Yardımları hamlesini yapmıştı. Türkiye Cumhuriyeti ise lazım olan bu destekleri alabilmek adına demokratikleşme yolunu seçmiştir. Mayıs 1945’te İnönü, savaş dönemi bittikten sonra ülke de demokratikleşme hareketine gideleceğini ve muhalefet partilerinin kurulacağını belirtmiş ve bu doğrultuda ilk olarak Nuri Demirağ tarafından Milli Kalkınma Partisi Eylül 1945’te siyasi arenaya çıkmıştır[12]. Ancak İnönü bir konuşmasında adeta bu partiyi yok sayıp, bir muhalif partinin eksikliğinden bahsetmiştir.
Kapanış
İşte tüm bu olaylardan sonra İnönü, Bayar ve arkadaşlarının örgütlenmesini destekleyerek 1950 senesinde iktidarı teslim etmek zorunda kalacağı Demokrat Partinin kuruluşuna zemin hazırlamış ve 7 Ocak 1946’da Demokrat Parti resmi olarak kurulmuş ve CHP muhalifleri için yeni bir çatı oluşmuştur. Hatta İsmet İnönü demokrasi sürecinin daha kolay işlemesi için milli şefliği bırakmış, tek dereceli seçim sistemine geçiş ve basın özgürlüğü sağlanmıştır. Tüm bu çabalara rağmen Cumhuriyet Halk Partisi iktidarı kolay kolay bırakmaya niyetli değildi ve bir erken seçim kararıyla 1947 senesinde gerçekleşmesi gereken seçimi 1 sene erkene almıştır ve böylece Demokrat Parti daha teşkilatlanmasını tam anlamıyla oturtamadan seçime girmek zorunda bırakılmıştır[13]. Ne kadar bir fırsatçılık olarak anılsa da, aslında demokratikleşmenin hemen sağlanması adına yapılmış bir seçimdir. Zira bu seçim sayesinde mecliste artık muhalif partiler de bulunur hale gelmiştir. 21 Temmuz 1946 senesinde yapılan bu seçimin kazanını Cumhuriyet Halk Partisi olmuş ve 397 sandalye kazanmıştır. Demokrat Parti 61 sandalye kazanırken bağımsızlar da 7 sandalye kazanmıştır. Bu sonuçlara Demokrat Parti karşı çıkmıştır çünkü, seçimler açık oy, gizli sayım gibi demokratik olmayan bir biçimde yapılmıştır. Yeni siyasal düzende ise CHP ile DP sık sık karşı karşıya gelecek ve mecliste ciddi tartışmalar yapılacaktır. Seçimlerin ertesinde İnönü, Başbakan Saraçoğlu yerine Recep Peker’i atayarak adeta tartışmaları daha da alevlendirmiştir çünkü, Recep Peker otoriter tavırlarıyla ün salmış bir politikacıydı ve böylesi bir süreçte onun gibi birinin başvekilliğe atanması tepki çekmiştir. Özellikle yeni başvekilin aldığı 7 Eylül Kararları DP tarafından çok sert biçimde eleştirilmiştir[14]. Peker ve DP arasındaki gerilim iyiden iyiye artıp iki parti arasındaki ilişkileri dondurunca ise İsmet İnönü araya girerek, Recep Peker ve Celal Bayar ile ayrı ayrı görüşmeler yapmıştır ve siyasi tarihimize 12 Temmuz Beyannamesi diye kazınmış olay yaşanmıştır[15]. İsmet İnönü bu görüşmeleri ulusal yayın organlarıyla paylaşmış ve muhalefet partisine güvence vermiştir[16]. Böylece Demokrat Parti, hükümet karşısında bir zafer kazanmış, popülaritesini daha da arttırmıştır. Bu olayın da üstüne göreve gelen Hasan Saka Hükümeti, 1947’de sıkıyönetim halini kaldırarak Demokrat Partiyi iyice rahatlatmıştır. Tüm bu yumuşama hamlelerine rağmen, DP ara seçimlere katılmamıştır ve bunun üzerine seçimler İstanbul’da yapılmış ancak katılım çok düşük olmuştur. Bu da Demokrat Parti’nin halk nezdindeki artan itibarını göstermektedir. 1949 senesi ise bir garip olaya daha sahne olmuş ve CHP teşkilatlarından Demokrat Parti tarafına yoğun bir katılım olmuştur.
Kapanış olarak da şu tespiti yapabiliriz, DP, Cumhuriyet Halk Partisi’ne nazaran halkın taleplerine ve ihtiyaçlarına daha çok ses vermiş ve ona yönelik hamleler yapmıştır[17]. Böylece 1950 seçimlerinde adeta ezici bir farkla iktidar olmuştur.
Yazımızın devamı Demokrat Parti Vol.2 : Kırat’ın Şahlanışı olacak ve 50 seçimlerinden itibaren devam edecektir.
KAYNAKÇA
1) Albayrak, Türk Siyasi Tarihinde Demokrat Parti
2) Fehmi Akın, “12 Temmuz Beyannamesi Türk Siyasi Tarihindeki Yeri ve Önemi
3) M. Serhan Yücel, “Menderes Dönemi (1950-1960)”, Türk Tarihi Ansiklopedisi
4) Tarık Zafer Tunaya, Türkiye’de Siyasi Partiler 1859- 1952
5) AHMAD, F. (1994), Demokrasi Sürecinde Türkiye, Hil Yayınları, İstanbul
6) Eric Zürcher, TURKEY A Modern history
7) Kemal Karpat, Türk Dış Politika Tarihi
8) Oral Sander, Türk Dış Politikası, İMGE Kitabevi
9) Koçak, “Siyasi Tarih (1923-1950)
10) Hakkı Uyar, Tek Parti Yönetimi ve CHP
Buna cevap verebilmek için, sebepleri iki ana başlığa bölmeliyiz;
1) İç Sebepler
2) Dış Sebepler
1) İç Sebepler
Türkiye Cumhuriyeti kurulduğundan itibaren, çok partili yaşama geçiş için denemeler meydana gelmiş ve bu amaç doğrultusunda, 17 Kasım1924’te bizzat Mustafa Kemal Atatürk’ün silah arkadaşları ve dostları tarafından Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası kurulmuştur[1]. Hatta bu parti kurulduğunda halktan iyi tepkiler de almayı başarmıştır ancak partinin irticai faaliyetlerde bulunduğu ve yöneticilerinin İzmir Suikasti Olayında parmağı olduğu iddia edilerek, parti kapatılmıştır. Bu bahsedilen sebepler doğrudur, yanlıştır buna kesin bir hüküm getirmek güç ancak, bu partinin kapatılmasının ardındaki asıl büyük neden, ülkenin daha bir muhalefete hazır olmaması ve rejimin, özellikle laiklik ilkesinin, vatandaşlar üzerinde tam oturmaması olmuştur. İlk başarısız denemenin ardından bu sefer Serbest Cumhuriyet Fırkası adı altında yeni bir muhalefet partisi siyasi arenaya çıkmıştır ama bu partinin de siyasi ömrü fazla sürmemiş ve kapatılmıştır.
Görüldüğü üzere, genç devletimiz, ilk yıllarında bir türlü hedeflediği demokratik, çok partili sisteme geçmeyi başaramamıştır ve bunun sonucu olarak Cumhuriyet, 1923 senesinden 1946 senesine kadar tek parti (CHP) ile yönetilmiştir. 1923-1938 seneleri arası Mustafa Kemal Atatürk devletin ve ayrıca partinin lideri olarak görev yaparken, 1938 senesindeki vefatının ardından “milli şef” olarak İsmet İnönü aynı görevleri üstlenmiştir. Demokrat Partinin kuruluşundan önceki siyasi durumu özet geçtikten sonra şimdi asıl konuya gelelim, bu partinin oluşumunda etken olan iç sebepler…
İsmet İnönü milli şef olarak görevine başladığı sırada kendisini zor günler beklemekteydi, zira ufukta tarihin şu vakte kadar gördüğü en kanlı ve büyük savaş olan 2. Dünya Savaşı başlamak üzereydi. Bu savaş süresince uygulanmak zorunda kalınan ekonomi politikaları, halkı sosyal ve ekonomik açıdan gerçekten zor durumda bırakmıştır. Özellikle, “Milli Korunma Kanunu” gibi hükümete otoriter yetkiler veren bir kanunun yürürlüğe sokuluşu çevreden ciddi anlamda tepki çekmiştir[2]. Üstüne üstlük bu ekonomi politikaları, savaş zenginleri diyebileceğimiz bir sınıfın ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Kısaca, orta ve orta- alt diye adlandırabileceğimiz sınıflar bu ekonomik zorlukları çekerken, savaş zenginleri, savaştan kar elde etmeyi başarmıştır[3] ve halk için artık bir alternatif arayışı baş göstermiştir. Bunlara bağlı olarak, 1945 senesinin ilkbaharında mecliste başlayan bütçe görüşmeleri, tek parti rejimine karşı bir muhalefetin oluştuğuna işaret olacaktı. Artan devlet borçları, yüksek enflasyon, dar gelirlilerin zor durumu, karaborsa ve artan cari açık parti içinde oluşan muhalefet tarafından sert bir biçimde eleştirilecektir. Bu muhalif grubun üyeleri ise Adnan Menderes, Refik Koraltan, Celal Bayar ve Fuad Köprülü’dür.
Meclisteki bütçe görüşmeleri sebebiyle, partideki ayrılığın sinyalleri verilmişti ancak, bu muhalif dört ismin resmi ayrılığı, 1945 senesinde meclise sunulan Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu tasarısından sonra olacaktır.
Basit olarak açıklamak gerekirse bu kanun, toprağı olmayan veya yeterli büyüklükte toprağı olmayan çiftçileri üretim hayatına sokmak ve bu çiftçilere ihtiyaçları olan araçları sağlamak için çıkarılmıştır. Topraklar dağıtılırken ise belli bir düzen ile dağıtılacaktı. Öncelikli dağıtılacak olanlar devlet arazileri ve bataklık halindeki topraklardı ancak daha sonra bu toprakların yeterli olmayacağı anlaşılınca, özel arazilerin de kamulaştırılması yolu izlenmek istendi. Geniş düzlüklerin bolca olduğu yerlerde 500 dönüm, az olduğu yerlerde ise 2000 dönümden fazla toprağı olanların arazileri kamulaştırılacaktı[4]. Bunun yanı sıra, uzun vakit ekilmeyen ve sahibi belirsiz olan arazilerde de kamulaştırılma yoluna gidilecekti. Bu kanun tasarısına en sert muhalefeti Aydın’da bir toprak sahibi olan Adnan Menderes
ve Emin Sazak yapacaktı. Sebebi ise, ikisi de büyük ölçekti toprağa sahipti. Bazı yazarlara göre, Adnan Menderes’in bu denli sert bir muhalefet yapmasının nedeni, tasarısının demokratik bir biçimde müzakere edilmeden, otoriter bir tavır ile sunulması olmuştur. Aynı zamanda Menderes, parçalanacak olan toprakların ülke ekonomisini durma noktasına getireceğini düşünüyordu. Bütün bu muhalefete rağmen kanun, meclisten başarıyla geçirilmiştir. Muhalefet ise bu hamleye sessiz kalmamış ve Demokrat Partiyi kuracak olan Adnan Menderes, Refik Koraltan, Celal Bayar ve Fuat Köprülü meclise bir takrir sunmuşlardır (Dörtlü Takrir)[5]. Bu takrir, demokratik anlayışın ön plana çıkarılmasını ve savaş dönemindeki otoriter uygulamalardan vazgeçilmesini savunmuştur ancak, TBMM’de uzun uzun tartışılmasına rağmen parti tarafından reddedilmiş ve 21 Eylül 1945’te Adnan Menderes ile Fuat Köprülü partiden ihraç edilmiştir. Partiden ilk ikisinin ihraç edilme sebebi ise, gazetelerde muhalif yazılar kaleme almalarıdır. Bunun üzerine, Refik Koraltan Vatan gazetesinde, bu ihraçların tüzüğe aykırı olduğunu savunmuş ve o da arkadaşları ile aynı kaderi paylaşmıştır[6]. Atatürk’ün son başbakanı Celal Bayar ise bu ihraçlar üzerine partisinden istifa etmiştir. Kısacası takrir veren dörtlünün tamamının Cumhuriyet Halk Partisi ile ilişiği kesilmiştir[7].
2) Dış Sebepler
Ülkemizde çok partili hayata geçişti her zaman iç sebepler daha çok ön planda tutulur ancak dış sebepler de bir o kadar önem taşımaktadır. Özellikle Demokrat Partinin kuruluşundan ziyade, neden çok partili hayata geçildi sorusunu cevaplamak için dış sebepleri incelemek gerekir. Cumhuriyet Halk Partisi, tek parti olarak iktidarını rahatlıkla sürdürmek varken neden kendine bir muhalefetin kurulmasına ses çıkarmamıştır ve hatta yol açmıştır? Bu soruyu cevaplamak adına dış sebeplere bir göz atalım.
Öncelikli olarak 2. Dünya Savaşı sırasındaki bloklaşmayı incelemek mühimdir. Bir tarafta totaliter ve faşist anlayıştaki mihver bloğu; diğer tarafta ise demokrasi bloğu olarak adlandırılan müttefik bloğu bulunmaktaydı. Hepimizin bildiği üzere, savaşın galipleri demokrasi bloğundaki devletler olmuştu ve hatta Türkiye Cumhuriyeti savaşın sonucunun kesinleştiği zamanda bu bloğa dahil olmuştu[8]. Bu savaşın sonucu ile anlaşılabilmektedir ki, otoriter yönetimler gözden düşmüştür ve Dünya’da demokratik eğilimlerin popülaritesi artmıştır. İşte böyle bir zamanda, Türkiye Cumhuriyeti de bu trende uymak ve çağı yakalamak için demokratik bir hamle yapmalıydı[9].
Bir diğer sebep ise ABD’nin yardım paketleri ve kuzeyden gelen Sovyet tehlikesi ile ilgilidir. Sovyetler Birliği savaşın kazananlarından olsa da lideri Joseph Stalin ile yayılmacı ve totaliter bir rejim benimsemiştir ve bu yayılmacı politikasını Türkiye Cumhuriyeti üzerinde de uygulamak istiyordu[10]. İşte böyle bir durumda devletimizin bir taraf seçmesi gerekiyordu. Ya Sovyetler Birliğine her istediği ayrıcalığı verecek, ya da müttefikler edinerek bu tehlikeyi savuşturma yolunu seçecekti ki dönemin lideri İsmet İnönü de bu savuşturma yolunu seçti ve ABD ve Avrupa ile müttefiklik yolunu gitti[11]. O dönemde ABD ise Truman Doktrini olarak tanınan hamle ile, komünizm tehlikesi altındaki devletlere destek olmayı amaçlıyordu böylece Sovyetler Birliğine karşı kendine müttefikler edinebilecekti. Aynı zamanda savaş zamanı çöken ekonomileri desteklemek adına Marshall Yardımları hamlesini yapmıştı. Türkiye Cumhuriyeti ise lazım olan bu destekleri alabilmek adına demokratikleşme yolunu seçmiştir. Mayıs 1945’te İnönü, savaş dönemi bittikten sonra ülke de demokratikleşme hareketine gideleceğini ve muhalefet partilerinin kurulacağını belirtmiş ve bu doğrultuda ilk olarak Nuri Demirağ tarafından Milli Kalkınma Partisi Eylül 1945’te siyasi arenaya çıkmıştır[12]. Ancak İnönü bir konuşmasında adeta bu partiyi yok sayıp, bir muhalif partinin eksikliğinden bahsetmiştir.
Kapanış
İşte tüm bu olaylardan sonra İnönü, Bayar ve arkadaşlarının örgütlenmesini destekleyerek 1950 senesinde iktidarı teslim etmek zorunda kalacağı Demokrat Partinin kuruluşuna zemin hazırlamış ve 7 Ocak 1946’da Demokrat Parti resmi olarak kurulmuş ve CHP muhalifleri için yeni bir çatı oluşmuştur. Hatta İsmet İnönü demokrasi sürecinin daha kolay işlemesi için milli şefliği bırakmış, tek dereceli seçim sistemine geçiş ve basın özgürlüğü sağlanmıştır. Tüm bu çabalara rağmen Cumhuriyet Halk Partisi iktidarı kolay kolay bırakmaya niyetli değildi ve bir erken seçim kararıyla 1947 senesinde gerçekleşmesi gereken seçimi 1 sene erkene almıştır ve böylece Demokrat Parti daha teşkilatlanmasını tam anlamıyla oturtamadan seçime girmek zorunda bırakılmıştır[13]. Ne kadar bir fırsatçılık olarak anılsa da, aslında demokratikleşmenin hemen sağlanması adına yapılmış bir seçimdir. Zira bu seçim sayesinde mecliste artık muhalif partiler de bulunur hale gelmiştir. 21 Temmuz 1946 senesinde yapılan bu seçimin kazanını Cumhuriyet Halk Partisi olmuş ve 397 sandalye kazanmıştır. Demokrat Parti 61 sandalye kazanırken bağımsızlar da 7 sandalye kazanmıştır. Bu sonuçlara Demokrat Parti karşı çıkmıştır çünkü, seçimler açık oy, gizli sayım gibi demokratik olmayan bir biçimde yapılmıştır. Yeni siyasal düzende ise CHP ile DP sık sık karşı karşıya gelecek ve mecliste ciddi tartışmalar yapılacaktır. Seçimlerin ertesinde İnönü, Başbakan Saraçoğlu yerine Recep Peker’i atayarak adeta tartışmaları daha da alevlendirmiştir çünkü, Recep Peker otoriter tavırlarıyla ün salmış bir politikacıydı ve böylesi bir süreçte onun gibi birinin başvekilliğe atanması tepki çekmiştir. Özellikle yeni başvekilin aldığı 7 Eylül Kararları DP tarafından çok sert biçimde eleştirilmiştir[14]. Peker ve DP arasındaki gerilim iyiden iyiye artıp iki parti arasındaki ilişkileri dondurunca ise İsmet İnönü araya girerek, Recep Peker ve Celal Bayar ile ayrı ayrı görüşmeler yapmıştır ve siyasi tarihimize 12 Temmuz Beyannamesi diye kazınmış olay yaşanmıştır[15]. İsmet İnönü bu görüşmeleri ulusal yayın organlarıyla paylaşmış ve muhalefet partisine güvence vermiştir[16]. Böylece Demokrat Parti, hükümet karşısında bir zafer kazanmış, popülaritesini daha da arttırmıştır. Bu olayın da üstüne göreve gelen Hasan Saka Hükümeti, 1947’de sıkıyönetim halini kaldırarak Demokrat Partiyi iyice rahatlatmıştır. Tüm bu yumuşama hamlelerine rağmen, DP ara seçimlere katılmamıştır ve bunun üzerine seçimler İstanbul’da yapılmış ancak katılım çok düşük olmuştur. Bu da Demokrat Parti’nin halk nezdindeki artan itibarını göstermektedir. 1949 senesi ise bir garip olaya daha sahne olmuş ve CHP teşkilatlarından Demokrat Parti tarafına yoğun bir katılım olmuştur.
Kapanış olarak da şu tespiti yapabiliriz, DP, Cumhuriyet Halk Partisi’ne nazaran halkın taleplerine ve ihtiyaçlarına daha çok ses vermiş ve ona yönelik hamleler yapmıştır[17]. Böylece 1950 seçimlerinde adeta ezici bir farkla iktidar olmuştur.
Yazımızın devamı Demokrat Parti Vol.2 : Kırat’ın Şahlanışı olacak ve 50 seçimlerinden itibaren devam edecektir.
KAYNAKÇA
1) Albayrak, Türk Siyasi Tarihinde Demokrat Parti
2) Fehmi Akın, “12 Temmuz Beyannamesi Türk Siyasi Tarihindeki Yeri ve Önemi
3) M. Serhan Yücel, “Menderes Dönemi (1950-1960)”, Türk Tarihi Ansiklopedisi
4) Tarık Zafer Tunaya, Türkiye’de Siyasi Partiler 1859- 1952
5) AHMAD, F. (1994), Demokrasi Sürecinde Türkiye, Hil Yayınları, İstanbul
6) Eric Zürcher, TURKEY A Modern history
7) Kemal Karpat, Türk Dış Politika Tarihi
8) Oral Sander, Türk Dış Politikası, İMGE Kitabevi
9) Koçak, “Siyasi Tarih (1923-1950)
10) Hakkı Uyar, Tek Parti Yönetimi ve CHP
11) İnan, Muhalefet Yıllarında
Adnan Menderes
12) Ahmad-Turgay, Türkiye’de Çok Partili Politikanın Açıklamalı Kronolojisi,
12) Ahmad-Turgay, Türkiye’de Çok Partili Politikanın Açıklamalı Kronolojisi,
(1945-1971)
13) GÜRKAN, N. (1998), Türkiye’de Demokrasiye Geçişte Basın, 1945-1950
13) GÜRKAN, N. (1998), Türkiye’de Demokrasiye Geçişte Basın, 1945-1950
14) DURSUN, D. (2005), “Demokratikleşemeyen Cumhuriyet”
[1] Hakkı
Uyar, Tek Parti Yönetimi ve CHP, Boyut Yayınları 1999
[2] Eric
Zürcher, TURKEY A Modern History
Etki Eden Dış Gelişmeler, “Demokrat Parti Dönemi”,
Atatürk Üniversitesi,
Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi Enstitüsü, Atatürk
Dergisi, 2012 1(1), s. 301
Etkisi, s. 90; Resmi Gazete, 15 Haziran 1945, sayı:
6032, s. 8893-8897
Olga Matbaası, 1979, s. 241.
[6] Enis
Şahin, Demokrat Parti’nin Kuruluş Süreci ve DP – CHP Siyasî
Mücadelesi (1945-1947)
[7] Feroz
Ahmad, Demokrasi Sürecinde Türkiye (1945-1980), (Çev.: Ahmet Fethi), Hil
yayınları, 1994,
[8] Oğuz
Ünal, Türkiye’de Demokrasinin Doğuşu, İstanbul: Milliyet, 1994
[9] Koçak,
“Siyasi Tarih (1923-1950)
[10] Oral
Sander, Türk Dış Politikası, İMGE Kitabevi
[12] Tarık
Zafer Tunaya, Türkiye’de Siyasi Partiler 1859- 1952
[13] AHMAD,
F. (1994), Demokrasi Sürecinde Türkiye, Hil Yayınları, İstanbul
[15] 0 Fehmi
Akın, “12 Temmuz Beyannamesi Türk Siyasi Tarihindeki Yeri ve
Önemi”, Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü Dergisi
[17] M.
Serhan Yücel, “Menderes Dönemi (1950-1960)”, Türk Tarihi Ansiklopedisi,



Yorumlar
Yorum Gönder