Tarihe Yön Veren Komutanlar Serisi Bölüm 1: Gaius Julius Caesar
Bu serimizde tarihe yön verdiğine inandığım ve geniş kitlelerce de bu şekilde kabul edilen, kendi alanında lider olmuş kimselerden bahsedeceğiz. Serimizde bahsedeceğimiz ilk kişi ise Roma dendiğinde aklımıza gelen ilk kişi olan, Cumhuriyet anlayışını ortadan kaldırıp bir tiran olmaya giden yolda, yok etmek istediği rejimin savunucuları tarafından, eski dost, düşmanı Pompeius'un heykeli önünde son nefesini veren Gaius Julius Caesar.
Roma'nın tanınmış ailelerinden birinin evladı olarak dünyaya gelen Caesar, daha doğarken bile tarihe geçmiştir. Zira Caesar, bugün sezaryen adı verilen doğum yöntemi ile dünyaya gelmiştir ve bu yöntemin ismi bizzat kendisinden türemiştir. On yedi yaşında iken dönemin radikal liderlerinden Cornelius Conna'nın torunu Cornelia ile evlenmiştir(Ali Çimen, Tarihi Değiştiren Askerler,s.43). Bu vakitlerde Roma Devleti, Cornelius Sulla isminde bir diktatör tarafından idare edilmekteydi ve Caesar'ın bu evlilik adımı kendisini bi hayli rahatsız etmiştir. Bunun üzerine ikilinin ayrılmaları yönünde bir talepte bulunmuş lakin Caesar, bu talebi geri çevirmiş, bunun sonucunda mevcut iktidarın tepkisini üzerine çekmiştir. İkili arasındaki çözülmeyen sorunlar sebebinin sonucunda, Julius Caesar için Sullanın ölümüne kadar sürecek sürgün hayatı başlayacaktı.
Diktatörün ölümünün üzerine Roma'ya yurduna geri gelen Caesar için siyasete atılma vakti çoktan gelmişti ve bu amaçla, dönemin meşhur isimlerinden Pompeius Magnus ile yakınlık kuracaktı. Siyasi kariyerine girerken dahi Julius Caesar'ın aklında tek bir hedef vardı. İktidar olmak. Ancak kendisi, diğer liderlerden farklı olarak, halkın desteği ile lider olmayı amaçlamaktaydı. Kariyerinde konsül yardımcılığı, maliyecilik gibi mertebelerde bulunacak Caesar'ın asıl ününü kazanacağı olay ise İspanya Valisi olması ve o dönemdeki başarıları olacaktı. İspanya valisi iken kazandığı itibar üzerine Roma'ya dönüş hazırlıklarına girişen Caesar, kendisi için bir karşılama töreni tertiplenmesini talep etmiştir. Bir valinin bu denli hızlı yükselmesinden rahatsızlık duyan senato ise bu talebi kesin olarak reddetmiştir ama senato ne yaparsa yapsın Caesar'ın durmaya niyeti yoktu. Kendine iktidar için müttefik arayan Caesar kısa sürede kendisini bir müttefik bulacaktı. Spartacus dizisinden aşina olduğumuz Marcus Crassus.
Crassus ile ittifak kuran Caesar, bu ittifaka bir de dönemin en güçlü ismi konumunda olan Pompeius Magnusu da eklemiş ve böylece Roma'da Birinci Üçlü Triumvirlik olarak adlandırılan yönetim kurulmuştur. Buna dayanarak, Julius Caesar, imparatorluğun Galya taraflarını, Marcus Crassus doğu bölgelerini, Pompeius ise bizzat Roma'yı kontrol altına almıştır. Bu paylaşımlar yapıldığı andan itibaren, Julius Caesar, kendini fetihlere adayacaktı ve kalan Galya topraklarına akınlar düzenleyecekti.
Galya topraklarını almak kolay bir iş değildi ancak Caesar onların zaafını biliyordu. Bölgedeki Keltler ile Fransızlar hiçbir şekilde Roma tehlikesine karşı bir ittifak kuramıyordu ve bu ayrışma da 20 bin askeriyle fetihlere hazırlanan Caesar'ın ekmeğine yağ sürüyordu. Kısa sürede Galya topraklarını fetheden Caesar, bir komutan olarak da kendisini kanıtlamış ve güçlü bir kişi konumuna gelmişti. Julius Caesar böylesine güçlenmişken rakipleri de boş durmuyordu tabii.
Devletin merkezi konumundaki Roma'da olan Pompeius, yönetimi 3 kişi ile paylaşmak niyetinde değildi. Bunun üstüne bir de Caesar'ın ardı arkası kesilmeyen fetihleri eklenince, tedirginliği artan Pompeius, Cumhuriyetin ve senatonun tehlikeye gireceği algısını yaratarak Caesar'a karşı senatoyu arkasını alma yolunu seçti. Yönetimin doğu ayağı olan Marcus Crassus ise içlerinden en şanssız olanı olacaktı. Doğu'da Roma için büyük bir tehdit olan Partlar bulunuyordu. Partların bölgedeki gücünü sona erdirmek isteyen Marcus Crassus Partlara savaş ilan etti ancak bu hamlesi kendi ölümüne sebep oldu.
Crassus'un ölümüyle Roma'da artık iki büyük güç kalmıştı. Biri Galya fatihi Julius Caesar, diğeri ise Roma'da senatoyu arkasına alan Pompeius Magnus. İki güç de karşısındakinden ilk hamleyi beklemekteydi zira, biri varken öbürü kendini güvende hissedemezdi. Bu doğrultuda Pompeius, senato aracılığı ile Caesar'a mesaj yolladı ve emrindeki askeri dağıtıp, sivil bir şekilde Roma'ya gelmesini talep etti. Bu hamle karşısında Julius Caesar Roma'ya doğru yola çıkmıştı ancak, kendisi yalnız değildi. Galya savaşlarından itibaren birlikte olduğu ordu ile Pompeius Magnus ve onu destekleyen senatörlerin üzerine yürümekteydi.
Bu askeri manevra ile Roma ülkesi bir iç savaşa girmiştir ve artık iki yöneticiden biri ölmeden, öteki durmayacaktı. Ordusu ile Rubicon Nehri'ni aşan Caesar, savaşlarla yoğrulmuş ordusu ile tüm İtalya topraklarını kısa sürede kontrol altına almış ve Pompeius ile destekçilerini sürgüne yollamıştır. Daha önce de dediğimiz gibi, içlerinden biri ölmeliydi. Bu doğrultuda Julius Caesar ordusu ile birlikte Pompeius Magnus'un peşine düştü. Uzun süren takibin ardından ikilinin orduları Makedonya'da karşı karşıya gelecek ve tarihe Pharsalus Savaşı olarak geçmiş savaş başlayacaktı(Milattan önce 48). İki tarafın güçlerine baktığımızda Pompeius Magnus sayı bakımından çok üstün durumdaydı ancak, Julius Caesar ve ordusu Galya Savaşlarında pişmiş, tecrübeli bir ordu idi. Üstüne üstlük komutanları Caesar'a adeta tapıyorlardı ve buna bağlı olarak iki ordu karşı karşıya geldiğinde Julius Caesar ve ordusu bu savaşta, Pompeius ve ordusunu bozguna uğramıştır. Bazı kaynaklara göre, Pompeius 6 bin, Caesar bin 2 yüz asker kaybetmiştir. Bu zafer ile Caesar karşısında artık Pompeius'un hiçbir askeri kuvveti kalmamıştır ancak hala bir sorun vardı. Pompeius Magnus hala yaşıyordu.
Ordusunun bozguna uğradığını anlayan Pompeius Magnus ve hayatta kalan adamları, kendilerine yardım edeceklerine inandıkları Mısır'a yelken açmışlardır. Pompeius Magnus, Mısır Kralının kendisine yardım eli uzatacağına inanıyordu ancak, Julius Caesar gibi bir komutanın gazabından korkan Mısırlılar, Pompeius'u başını kesmek sureti ile idam etmişlerdir. Bu olayın üstüne Pompeius'un kalan destekçilerini de ortadan kaldırmak isteyen Caesar, Mısır ülkesine yelken açmış ve düşmanından kalan lejyonları da bir bir yok etmiştir. Pompeius'u idam edişinden dolayı bir tebrik alacağını sanan Mısır Kralı ise hayatının en büyük şokunu yaşayacaktır. Ne olursa olsun, Pompeius Magnus bir Romalı idi ve Caesar'ın eski bir dostuydu. Ona yapılan bu alçakça infazı içine sindiremeyen Caesar, kralı tahttan indirmiş ve aşkları oyunlara konu olacak VII. Kleopatra'yı, Mısır Kraliçesi olarak Mısır tahtına oturtmuştur.
Mısırda olanlardan sonra Julius Caesar artık Roma Devletinin yegane efendisiydi. Crassus, Pompeius ve kendisinin oluşturduğu yönetimden geriye sadece kendisi kalmıştı. Bu durumdan da yararlanarak kendini diktatör ilan etmişti. Burada kullanılan diktatörlük kelimesi aslında günümüzdeki anlamını tam taşımamaktadır çünkü, o dönemde,senato onayıyla belirli süre idareyi eline alan kişilere diktatör ünvanı verilmekteydi. Diktatörlük yetkisini de aldıktan sonra, köklü reform hareketlerine girişilmiştir. Örneğin, günümüzde kullanılan takvim şekli, Caesar döneminde kullanılmaya başlanmıştır ve hatta, "july", bizim dilimizde temmuz, ayı onun ismiyle anılmıştır.
Köklü reform hamleleri ile halk nezdinde iyice sempatisi artan Caesar, senatoyu adeta şok edecek bir hamle yapmaya hazırlanıyordu ve milattan önce 44'te kendini ömür boyu diktatör ilan ederek, Romanın değişmez lideri haline gelmiştir. Bu hamle cumhuriyet anlayışı için büyük bir tehlike idi ve cumhuriyet destekçisi senatörler için artık bu son nokta idi. Artık karar verilmişti ve Julius Caesar mutlaka ortadan kaldırılmalıydı.
Julius Caesar'ın kendini diktatör ilan ettiği yılın martında, Julius Caesar için yolun sonu gelmişti. 15 Mart 44 tarihinde, bir grup cumhuriyet yanlısı senatör, diktatörü, bir dilekçe taslağını okuması için senatoya çağırmıştı. Plan belliydi. Caesar salona girdiği an hançerler çekilecek ve diktatörün işi bitirilecekti ancak bunun için Caesar'ın yalnız bir şekilde salona girmesi gerekiyordu ama yakın dostu Marc Anthony kendisini hiçbir şekilde yalnız bırakmıyordu. Bu doğrultuda senatörler, Caesar'ın yönünü değiştirip, Anthony'nin ona ulaşmasını engellediler ve böylece suikast'in önünde hiçbir engel kalmamıştı. Caesar salona girdiğinde, eline sahte olan dilekçeyi verdiler. Caesar bu dilekçeyi okurken, dönemin politikacılarından bir tanesi olan Servilius Casca, hançeri çekerek, diktatörü boğazından yaralamayı başarmıştır. Casca'nın böyle bir hamle yapacağına ihtimal dahi vermeyen Caesar ise "Casca, seni hain, ne yaptığını sanıyorsun?" diye karşılık vermiştir. Diktatörü istediği gibi derin bir şekilde yaralayamamış olan Casca destek istemiş ve böylece aralarında Caesar'ın manevi oğlum dediği Junius Brütüsün de olduğu grup tarafından hançerlenmeye başlamıştır. Bazı kaynaklar diktatörün, toplam 23 kez hançerlendiğini belirtmiştir. Şimdi bu noktada tarihte çok kez tartışılmış bir konuya değinmek gerekiyor. Julius Caesar gerçekten, kendisini hançerleyenlerin arasında Brütüs'ü gördüğünde "Sen de mi Brütüs?" sözünü söyledi mi? Pek çok yerde bu sözü söylemiş olduğu belirtilse de hiçbir kaynak böyle bir sözün söylendiğine dair elle tutulur bir kanıt sunamamıştır ancak, William Shakespeare gibi meşhur biri tarafından böyle bir sözün olduğu ortaya atılınca, pek çok çevre itibar göstermiştir. Bu sebeptendir ki halen günümüzde böyle bir sözün varlığı konuşulmaktadır.
Evet, işte büyük lider Julius Caesar'ın meşhur hayatını bir özet olarak belirtmiş oldum. Kendisi, gerçekten önemli bir askeri deha ve politikacı idi. Ölümünün ardından, kendisi hakkında oyunlar, kitaplar, efsaneler yaratılmıştır. Sadece bu bile kendisinin ne kadar önemli bir kişilik olduğunu kanıtlamaktadır. Ölümünden sonra ise Roma Cumhuriyeti yerine, İmparatorluğa bırakacaktı. Yani, cumhuriyetin yok oluşunu engellemek isteyen senatörler, diktatörün ölümünden sonra, rejimi koruduklarını sansalar da aslında sonunu hazırlamış oldular. Ayrıca pek çok senatörü de aynı son bekliyordu. Caesar'ın dostu ve komutanlarından Marc Anthony, patrici sınıfına mensup bir politikacı olan Lepidus ve Caesar'ın varisi olarak kabul ettiği Octavian ( Augustus), inandıkları kişiye yapılan bu suikastin öcünü alacaklar ve suikasta karışan pek çok kişiyi idam edeceklerdir. Hatta daha sonra, bir zamanlar Julius Caesar, Pompeius Magnus ve Marcus Crassus tarafından kurulan üçlü yönetimin ikincisini kendi aralarında kuracaklardır. Bu yönetime göre de Marc Anthony doğuyu, Lepidus Afrika ve İspanya'nın bir bölümünü, Octavian ise Roma bölgesini almıştır. Hatta bu sebeptendir ki, ünlü hatip ve avukat Cicero, Roma bölgesini kontrol eden Octavian'ı Pompeius Magnus'a; Marc Anthony'i ise Julius Caesar ile özdeşleştirmiştir. Ancak bu benzetme kesinlikle doğru değildir ve Cicero da daha sonra bunu anlayacaktır. Kaderin cilvesine bakın ki, bu üç isim de aynı kendilerinden önceki yönetimin yaptığı gibi bir iç savaşa girişecek ve aralarındaki savaşların sonucunda Roma Devletinin ilk imparatoru olarak Octavian ( Augustus) adı ile yönetimi ele alacaktır.
Öneri:
Eğer Julius Caesar Dönemi ve Anthony/Octavian arasındaki mücadele hakkında daha detaylı bilgi sahibi olmak istiyorsanız. HBO tarafından yayınlanmış ROME adlı diziye göz atmanızı tavsiye eder, vakit ayırıp okuduğunuz için teşekkür ederim.
Kaynakça
www.biyografi.info/kisi/jul-sezarhttps://www.timeturk.com/jul-sezar/biyografi-805220
Ali Çimen, Tarihi Değiştiren Askerler, TİMAŞ
Plutarch, Sezar'ın Hayatı
Jakob Abbot, Jül Sezar
William Shakespeare, Julius Caesar

Yorumlar
Yorum Gönder